zeytinburnu okyanus hanımlar ilim yardımlaşma ve dayanışma derneği
  saba makamı
 

 

bismillahirrahmanirrahim 23-03-2008
Mücadele Suresi’nden başlıyorum bugün okumaya ,uzun zamandır başladığım hatimi bitirme çabasındayım .Sıcak lezzetli bir kahve ve yanında yediğim birkaç parça kurabiye beni kendime getiriyor .Kızları bugün erken kaldıracağım , akşamdan tertiplediğimiz bir pazar gezisi için .Fatma Ablayı arayıp “ Riyazu’s-Salihin” okumasını akşam vaktine erteledik.
         Akşam Semira uzun uzun çaldırmalarıma dayanamayıp ne oldu diye aradı,kardeşimi epey özlemişim. Sohbet ediyoruz kısacık.Kısa olduğu kadar da öğretici; ademlerin yüzlerini dost arayışı içinde hergün yeniden taradığına değiniyor . ‘Bir bardak çay sıcaklığında bir yudum sohbet’ onun eksikliğini çekiyorum diyor kardeşciğim..Ben de kendime geliyorum sesiyle can kardeşin, dostlara gurbetin zemherisinde biraz güneş tadında geliyor.Aylığımı alıp bir telefon kulubesinden uzun uzun konuşacağım günü hesaplıyorum .
                           İstanbulluların altın misali ceplerinde taşıdıkları,biz taşralılarında kullanma cesareti gösterdiği akbillerimize altın rezervi yaparaktan evden çıkıyoruz, istikamet önce “Enfu’z-zeytun” otobüs durağı , ordan da Gülhaneparkı.
            Ortalık sakin.Gün pazar .Kozmopolit şehrin insanları uykuda.Tek tük hafta sonu kurslarında öğrencilik, öğretmenlik yapanların, yabancı turistlerin dışında pek bir kimse yok.Sessiz sessiz beklerken bir haftadır aklıma gelip giden Ürdün’ün ilk hatırası Handan Abla sesleniveriyor birden .Asli mesleğine kavuşmuş : Öğretmenlik. Hem de bizim semtte : Enfu’z-eytun’da .Çok mutluyum kendime geldim artık eskisi kadar sık hastalanmıyorum diyor ,kendine kardeşleriyle birlikte kalabileceği birinci katta küçük bir daire almış onun hazırlıklarını yapıyorum taşınacağım diyor .Handa Abla hiç değişmemiş hala Abla…Yaşı ilerlemiş ama benim yedi sene önce tanıdığım gibi .Hala kahkaha atıyor .Hala büyük bir samimiyetle ağabeyleri ,ablaları ,annesi ,babası hakkındaki bilgilerimin hiç eskimediğini düşünüyor.Allah selametlikler versin .
         Zeytinburnu gibi yapılarında kentleşmenin , insanlarında göçmenliğin hakim olduğu ,güneşe ve yeşilliğe küs bir semtte oturmuşluğun getirdiği bir özlem mi bilmiyorum ilkbaharın gelmesiyle açan hanımelleri,fesleğen kokularını yutarcasına ciğerlerimize çeke çeke giriyoruz Gülhane Parkına .Laleler , sümbüller ,ortancalar,menekşeler ,…İnsanın içini çoşturan bir renk cümbüşü sarmış etrafı.Muhtemelen 20’li yıllarda cumhuriyetçi atalarımızın diktiği uzun sedir ağaçlarının etrafını süslediği Arnavut kaldırımlarından ilerliyoruz.Ayşe Hocamla felsefe okumalarımızı Sokrates’in “akademi” dediği bu güzel tabiatın içinde yapmaya karar veriyoruz .
         Yolun sonunda muazzam bir manzara var .Topkapı sarayının denize nazır kısmının biraz altında tahtadan masa sandalyelerle döşenmiş bir çay bahçesi ve Marmara. Bakır demliğimizden içtiğimiz sıcak çaylarımız içimizi ısıtırken , “İstanbul’da gezilecek yerler ve biz” başlıklı hoş bir sohbette yüreklerimizi ısıtıyor .Uzun uzun İstanbul’u seyre dalıyoruz.
ولكم فيها جمال حين تريحون و حين تسرحون” ayetini bir kez daha mırıldanıyorum ben de.
        Vaktimiz az, gözlerimizin izini ,secdelerimizin izlerini bırakacağımız yerler çok ,kalkıyoruz .Karaköy’de sahabelerin temelini attığı bir camiden ‘Arap Camii’nden sözediyor Ayşe Hocam.Tereddütsüz rotamızı oraya çeviriyoruz.Gülhane –Karaköy arası: Eminönü ,Galata Köprüsü ,balık tutma sevdalıları ,çay içenler ,gezenler ,turistler ,hırdavatçılar çarşısı ,Galata Kulesi ,nerdeyse bütün dükkanların patlamış alarm sesleri ,puslu bir hava ama yağmuru bekletmiyor ..Arap Camii’ne varana kadar bunlar çarpıyor gözüme ta ki binalar arasına sıkışmış minaresini gördüğüm ilk vehlede dünyanın en eski kenti Busra’da taşına Ömer (r.a.)’ın elinin değdiği ‘Ömer Camii’sini anımsadığım Arap Camiimizi görene kadar . Camii bütün haşmeti ve azametiyle dimdik ayakta ama ‘kent çocuğu’nun akıbetine uğramış “git buradan” der gibi bir hali var Şehrin .Köşeye sıkıştırılmış masum bir çocuk misali sesini kısmış bekliyor . Buranın sahibi kim der gibi kentle her saniye çarpışan bir marekesi var .
         Camii İstanbul fetih ordularının komutanı sahabelerden( radıyallahu anhum cemian) “Mesleme Bin Abdulmelik” tarafından yapılıyor.Sonraki dönemlerde asıl binanın üzerine eklemelerin yapıldığı belli .Dışı pişirilmiş ,kırmızı, ince tuğlalardan yapılmış ; içi muntazam bir sadelik içinde..Bizden başka kimsecikler yok ..Bizi camilerden uzaklaştıran girmemiz gereken kısımlarıda mahzen misali camiden ayıran ‘ Kadınlar Bölümü’ne inatla ilk saflara üç kişilik bir cemaatle koşuyoruz; Arap Camii’nde kıyamet günü bize şahit olacak secdemizi imanımıza şahit tutmak için .
         Biraz vaktimiz olsa bağıra bağıra Kur’an okumak geliyor içimden ama bir dahaki sefere diyoruz.Mesleme Bin Abdulmelik’in kabrinin önünde birer Fatiha ve “ Rabbim onlar imanlarının onları götürdüğü yerde canlarını verdiler ,sen de bize imanımızın götürdüğü yerde ölmeyi ; dünyada onların izinde , ahirette onların yanında olmayı nasip et”duasını gönderiyoruz göklere.
        Camiye tam biz çıkarken hafta sonunu muhtemelen tarih hocalarıyla bu miladın 8. yılında yapılmış eski eserlerinden biri olarak gezen , etrafı tel örgülerle çevrilmiş balıklı havuzunu dahi belgeleyen  genç bir grup giriyor .Belgelemek konusuna takılıyor kafam.
          Tramwayda güvenlik görevlisi hayra delil olmayı seven iyi bir amcamızın Arap Camii’sinin yerini sorarken bonus olarak ‘ Yerealtı Camii’ sini de tarif etmesi üzerine ,belgelenecek yeni bir yere yöneliyoruz .
        Manzara aynı bu sefer görüntü biraz daha vahim amma ve lakin...Anlatmaya luzum yok .
        Camii hakikaten yere batmış vaziyette merdivenlerden aşağıya ucu bucağı gözükmeyen küçük küçük yapılmış kubbe ve dar sutunlarla dolu geniş bir alana iniyorsunuz.
        Gözümüze hemen sessiz sesiz dua eden ‘ beyaz sarıklı,beyaz şalvarlı ,spor çantalı’ durmadan ‘ lailaheillah’ diyen upuzun ,bembeyaz sakallı bir dede çarpıyor.Yaramaz çocuklar gibi kaçamak gözlerle iki de bir bakıyoruz .
        Hemen sağ tarafta sahabe kabirleri ; Mısır fatihi, Mekke’de vefat ettiği halde bir türlü buraya neden defnolunduğunu anlayamadığımız Amr Bin As , ismini orda yeni duyduğum fetih ordularıyla birlikte gelmiş Vehb Bin Hüşeyr ve neredeyse yedi bin hadis ravisi tabiinlerden hadis imamı Süfyan Bin Uyeyne .Sufyan Bin Uyeyne’nin kabri küçük dar bir kümbetin içinde.Önceden kurşunla kapatıldığı ve kimse tanımadığı ve mahzen şeklinde olduğu için camiinin bir diğer adı da ‘ Kurşunlu Mahzen Camii’ olarak kalmış.
         Yer altı Camisine bir belge bırakaraktan çıkıyoruz .
         Camiinin hangi tarihte yapıldığını öğrenmek isteyenler bu camii ve hakkındaki bilgileri : “ www.yeralticamisi.com” dan öğrenebilirler .Nitekim biz bu adresin Camini tamda isminin yapılış tarihinin yazılı olabileceğini düşündüğümüz sağ taraftaki levhadan alıyoruz J)))
        Dönüş yolunda ;
        Gülhane Parkında sadece kuşların sesini dinlemeli , camileri gezerken kesinlikle belgelemeli ,hayra nerede olursan ol delil olmalı , Arap Camii’nin ismini kesinlikle “Fetih Camii”olarak değiştirmeli, Fetih Camii’ni ve Yeraltı Camii’sini yine yeniden görmeli ,tefsir derslerimizden bir tanesini burada yapmalı , biraz hakiki manada bu beyaz şalvarlı amcanın Hızır olduğunu düşünmeli ,sabah erkenden günü yakalamalı ,Riyazussalihin okumalarından bir tanesini kesin Gülhane’de tamda bu sabah çay içtiğimiz yerde yapmalı,sahabeler gibi dünya fitnesinden cihada kaçmalı,evimize bir saksı fesleğen almalı,torunlarımız serinlesin diye ağaç dikmeli, lalelerin boyunun hep uzun olduğunu düşünmemeli, göklere ve yere imanımızı şahit tutmalı diye düşünüyorum .
Vesselam....       
         
 
 
 
 
 
  bugün 4 ziyaretçi (5 klik) oldu.  
 
Zeytinburnu Okyanus Hanımlar İlim ,Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol