zeytinburnu okyanus hanımlar ilim yardımlaşma ve dayanışma derneği
  Dünyadan Haberler
 
ÇEÇENİSTAN
Çeçen mücahidlerden yeni operasyon
Çeçen mücahid birlikleri askeri operasyon gerçekleştirmek amacıyla dün akşam Urus-Martan ilçesine bağlı Alhazur-Qotar kasabasına girdiler.
Rus kaynaklara göre, kasabaya yaklaşık 10-15 kişi girdi. Ancak Çeçen kaynaklarından aldığımız bilgilere göre, kasabaya 70 mücahidden oluşan bir grup girdi. Çıkan çatışmada aldığımız bilgilere göre 3 mücahid şehit düştü. Mücahidlerin operasyonu sırasında 13 işbirlikçi öldürüldü ve yaklaşık 10 işbirlikçi yaralandı. Kavkaz Center'in verdiği habere göre mücahidler 6 işbirlikçiyi de esir aldı.
Mücahidler roket atar ve ağır otomatik silahları kullandıkları bildiriliyor. Operasyon sırasında işbirlikçilerin kasabadaki yönetim binası ateşe verildi ve bina tamamen imha edildi. Öte yandan çıkan çatışmada kasabadan bir kaç sivilin de yaralandığı bildirildi. Mücahidler operasyon sonrası kasabadan ayrıldılar

FİLİSTİN

Hamas'ın Dışişleri Bakanı Mahmud Zahar, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Başkanı Ekmeleddin İhsanoğlu'nun Filistin halkından özür dilemesini istedi.
Siyonist İsrail ile olası ateşkesin tek taraflı olmayacağını ifade eden Zahar, ateşkesin Batı Şeria'yı da kapsaması gerektiğini söyledi.

Gazze'de düzenlenen şehitleri anma törenine katılan Hamas'ın önemli liderlerinden ve meşru Filistin hükümetinin dışişleri bakanı olan Zahar, İKÖ Başkanı İhsanoğlu'ndan özür beklediklerini söyledi.

İhsanoğlu'nun Kudüs'teki 8 İsraillinin öldürüldüğü saldırıyı kınamasını eleştiren Zahar, "Biz bunu kabul etmiyoruz ve İhsanoğlu'nun Filistin halkı ve Müslümanlardan özür dilemesini istiyoruz." açıklamasında bulundu. Mısır aracılığıyla süren ateşkes görüşmelerini de değerlendiren Zahar, "Bu ateşkes, tek taraflı olmayacak. İsrail de ateşkes ilan etmeli. Ateşkes Batı Şeria ve Gazze'yi de kapsamalı. Onlar bu ablukayı kaldırmalı ve sınırları açmalı. Koşulsuz ateşkes mümkün değil" diye konuştu.

İşbirlikçi Mahmud Abbas ve İsrail arasındaki "barış" görüşmelerine de değinen Zahar, İsrail saldırılarının Batı Şeria'da sürmesinin barış istemediklerinin kanıtı olduğunu ve görüşmelerin derhal kesilmesi gerektiğini söyledi.

Filistinli kadın tutsaklar vahşetin pençesinde!
VAID adlı tutsak kuruluşu Filistinli kadın tutsakların sorunlarının gündeme taşınmasını istedi ve medyaya çağrıda bulundu: “Siyonist vahşeti dünyaya tanıtın!”
Uluslararası kuruluşlar Filistin toprakları üzerindeki işgalin sürdürülmesi için göreve gönderildiği sırada mücahitler tarafından esir edilen Gilad Shalit adlı bir işgalci askerin dosyasını sürekli gündemde tutarken, bunun için işgal devleti hesabına muhtelif pazarlıklara girerken binlerce Filistinli tutsağın İsrail zindanlarında tam bir vahşetle karşı karşıya olduğu gerçeğini görmek istemiyor. Siyonist devletin zindanlarında tutulan Filistinli tutsakların yüzlercesini de kadınlar oluşturuyor ve onlar da tam anlamıyla vahşetle karşı karşıya.
Kısa adı VAID olan Tutsakların ve Özgürleştirilenlerin Haklarını Savunma Derneği, Filistin ve Arap medyasından Filistinli kadın tutsakların dosyalarının açılmasını ve sorunlarının gündeme taşınmasını istedi.
Adı geçen dernek dün (16 Mart Pazar) yaptığı açıklamada İsrail zindanlarında tutulan kadın tutsakların muhtelif insanlık dışı muamelelere ve işkence uygulamalarına maruz kaldıklarını dile getirdi.
Açıklamada işgal devleti görevlilerinin bu kadınları her gün aşağıladığı, kendileriyle alay ettikleri, bunlarla yetinmeyip sürekli eziyet edici tarzda aramalar ve kötü muameleler yaptıkları dile getirildi. Derneğin açıklamasında aramaların sırf eziyet olması için gecenin geç saatlerinde odalara girilmesi suretiyle ve son derece insanlık dışı muamelelerle gerçekleştirildiği vurgulandı.
İşgal devletinin tutsak kadınlara uyguladığı insanlık dışı uygulamaların içinde keyfi cezalandırmalar da önemli yer tutuyor. Zindan yönetimi tamamen keyfi sebeplerle kadın tutsakları para cezalarına, yakınları tarafından ziyaret edilmelerinin engellenmesi cezasına çarptırıyor. Kadın tutsaklar hiçbir sebep yokken ve durup dururken zindan yönetiminden gelen cezalandırma ile sarsılıyorlar. Bu da kadınları psikolojik yönden yıpratmayı ve sürekli ceza içinde ceza korkusuyla yaşatmayı amaçlıyor.
VAID, Uluslar arası Kızılhaç, Sınır Tanımayan Doktorlar Teşkilatı gibi birtakım uluslar arası kuruluşlara da çağrı yaparak Filistinli kadın tutsakların sorunlarıyla ilgilenmelerini, durumlarının iyileştirilmesi, kendilerine uygulanan işkencelerin son bulması için devreye girmelerini istedi.

IRAK

Hükümet, Mukteda Sadr'a 72 saat verdi
Irak Başbakanı Nuri Maliki, Mukteda Sadr'a bağlı Mehdi Ordusu'na 72 saat içinde silahlarını bırakmaları istendi.
Çarşamba, 26 Mart 2008 12:00
 
Dünya Bülteni / Haber Merkezi
Irak'ta hükümetle Mukteda Sadr arasında gerginlik giderek artıyor. Son olarak Irak Başbakanı Nuri Maliki, Şii milislerine silahlarını güvenlik güçlerine teslim etmek için 72 saat mühlet verdi.
Basra'da Maliki imzasıyla yayımlanan açıklamada, Mukteda esSadr'a bağlı Mehdi Ordusu kuvvetlerine 72 saat içinde silahlarını bırakmaları istendi.

Operasyonu yerinde izleyen Maliki, silah bırakan milisler hakkında yasal işlem yapılmayacağını belirtti. Irak emniyet kuvvetleri, Basra'da Şii milislerine karşı dün sabah operasyona başlamıştı.

Gece kesildikten sonra bu sabah yeniden başlayan çatışmalarda 40 kişi ölmüş, 200 kişi yaralanmıştı
Medeniyet soygunu
Irak'ın müze ve arkeolojik bölgeleri soyuldu, çok antik eser geri geldi fakat soygun hala devam ediyor.
Pazar, 23 Mart 2008 20:02
 
Irak'ın müze ve arkeolojik bölgeleri nasıl soyuldu? Salon'un (Salon Media Group) uzmanlarına göre pek çok antik eser geri geldi fakat soygun hala devam ediyor. 
Beş yıl önce geçen hafta başlayan ABD'nin Irak işgalinin niyet edilmemiş ve öngörülmemiş sonuçlarının arasında, Irak müze ve arkeolojik bölgelerinin bütünüyle yağmalanması da vardı. Irak medeniyetlerin beşiği olarak adlandırılıyordu.
Dünya yazı ve matematik tarihinin ilk örnekleri olabilecek verileri üreten Sümer medeniyeti ile başlayarak, Dicle ve Fırat nehirlerini merkeze alan ve Mezopotamya olarak bilinen bölge; birbiri ardına gelen Akad, Babil ve Asur medeniyetlerine ev sahipliği yaptı. Pek çok kimse güney Irak bölgesinin, Hz. Âdem ve Hz. Havva'nın şeytanın iğvasına uymadan önce içinde yaşadıkları cennet olduğuna inanıyor. Fakat Amerika hava saldırılarının ilk haftasında medeniyetin beşiği soyuldu. Dünyanın en önemli antika birikimine sahip müzelerinin arasında olan Bağdat'taki Irak Ulusal Müzesi, Nisan 2003'te bir hafta içinde talan edildi. Heykeller kademelerinden düşürüldü ve altı bin yıllık tarihi eserler naylon poşetlerle götürüldü. Amerikan askerleri hırsızlar çekip gidene kadar müzeyi korumak için birlik görevlendirmediler.  
Bunun nedeni kısmen, Irak'ın kültürel mirasının serbest bir şekilde yağmalanması hakkındaki medya sorularına eski savunma bakanı Ronald Rumsfeld'in verdiği iğrenç ve düşüncesiz "Demokrasi düzensizliktir" cevabıydı. Irak'ın yağmalanmasından beş yıl sonra bu yağmanın gerçekten nasıl olduğunu, paha biçilemez antikaların kaç tanesinin yerlerine geri geldiğini ve eğer herhangi bir değişim yaşanmışsa tabi Bush yönetiminin Irak'ın tarihini koruma konusunda ne gibi değişimler yaşadığını uzmanlara sormaya karar verdik.  
Pennsylvania Üniversitesi 'nde arkeoloji profesörü ve Amerika Arkeoloji Enstitüsü başkanı Brian Rose Salon (Salon Media Grup) adına, Irak hükümetinin eski antik eserler sorumlusu ve Irak Ulusal Müze'sinin eski genel direktörü Donny George Youkhanna, Minneapolis Sanat Enstitüsü'nün eş sorumlusu ve ABD ordusu ihtiyat kuvvetlerinde bir binbaşı olarak 2003'te göreve çağrılan ve müzelere verilen zararları değerlendirmesi için Irak'a gönderilen Cori Wegener ve istiladan kısa bir süre sonra arkeolojik bölgelerdeki soygunu belgelemek için Irak'a giden bir belgesel film yapımcısı, fotoğrafçı ve gazeteci olan Micah Garen ile bir görüşme gerçekleştirdi.
Batıda Donny George olarak bilinen Youkhanna, 2006 yılında Irak'ı terk etmeye zorlandı ve şu an Stony Brook'taki New York Devlet Üniversitesi'nde konuk bir profesördür. Wegener şu anda, silahlı çatışma anında dünyadaki kültürel varlıkları korumak üzere 2006 yılında oluşturulan ABD Mavi Kalkan Komitesi'nin başkanlığını yapmaktadır. Irak'ta bir rehine olarak tecrübesini "American Hostage" adında bir kitapla yayınlayan Garen, soygun ile ilgili uzun metrajlı bir belgesel üzerinde çalışıyor. Katılımcılar oturuma telefonla bağlandılar.
Mark Schone, Salon  
Rose: Irak savaşının resmen başlamasının beşinci yılında Irak'ta gerçekten ne olduğunu özellikle de kültürel varlıklar konusunda ne olduğunu değerlendirmek için buradayız. İlk olarak o zamanlar Irak Ulusal Müzesi genel direktörü olan Donny George'a dönmek istiyorum. Soygundan sonra müzeye ilk adımını attığında durum nasıldı? 
George: Aman tanrım, Brian, gerçekten hafızamdaki en kötü anıları hatırlatıyorsun. Bütün binayı, odaları, galerileri ve alt kattaki depoları kasırga vurmuş gibiydi. Düşünün. Bir müzenin depolarında ve yönetim birimlerinde bir kasırga olmuş. Evet, durum tam olarak böyleydi. Korkunçtu. Yönetim birimlerindeki 120 kapı tamamen ortadan kaldırılmıştı. Pek çok mobilya götürülmüştü. Fakat bizim asıl meselemiz antik eserlere ne olduğuydu.
Uruk Vazosu gibi galeride sergilenen bazı eserler, galerilerdeki diğer bazı kültürel eserlerle birlikte götürülmüştü. Fakat olayın yaşandığı ilk günlerde depolarda ne olduğunu kontrol edemedik çünkü Bağdat'ta elektrik yoktu. Tamamen karanlık içindeydi. Jeneratörlerimizi çalıştırmak için yeterince yakıtımız yoktu. Fakat sonradan müzenin altındaki depolara girdiğimizde, depolarda yaşanan şeyin başka bir trajedi olduğunu gördük. Soyguncular bazı yerlere girmişler ve sanki neyi aradıklarını biliyorlarmış gibi bazı yerlerde küçük ve çok kıymetli eserleri almışlardı. Bunlar; silindir mühürler ve dikkate değer miktarda mücevherdi. Soyguncular depolardan 5,000 silindir mühür ve dediğim gibi dikkate değer miktarda mücevher götürmüşlerdi.  
Rose: Cori Wegener, Irak'ta sorunun içindeydiniz. ABD ordusu, müzelerden ne kadar malzemenin çalındığını ve arkeolojik bölgelerin nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu ne dereceye kadar biliyorlardı? 
Wegener: 16 Mayıs 2003'te oraya vardığımda Albay Matthew Bogdanos ve takımı zaten ordalardı ve o zaman her şeyin gitmediğini fakat durumun hala kötü olduğunu fark etmişlerdi. (Amerikan Deniz ihtiyat kuvvetlerinden Bogdanos müzeleri korumak ve Irak antik eserlerini geri getirmek için Amerikan askerlerinden bir takım kurmuştu.) Onlar çalınan ve bozulan eski kart sistemini ve pek çok tarihi eserin kaydının girildiği kayıt kitaplarını kullanarak potansiyel durumla ilgili ayrıntılı bir döküm elde etmeye çalışıyorlardı.
Fakat o zaman soygunun tam kapsamını hala bilmiyorduk çünkü elimizde kapsamlı bir liste yoktu. Donny'nin sözünü ettiği depo bölgelerinin çoğundaki malzemeler, müze çalışanları ambargo altında tam kapasite çalışamadıklarından müzeye getirildiklerinde kaydedilmemişlerdi. Tam olarak neyin çalındığının ve numaralarının hesabını yapmak gerçekten çok zordu. İlk günlerde bu duruma büyük bir problem gözüyle bakılmıyordu sonradan helikopterle arkeolojik bölgelerin üzerinden uçtuk ve John Russell'ın mükemmel fotoğrafları soyulan bu bölgeleri görüntüledikten sonra sorun gündeme gelebildi.  
Rose: Amerika Arkeoloji Enstitüsü olarak biz, bu olay ilk geliştiğinde, müzeler soyulduğunda ve arkeolojik bölgelerin hızla soyulduğunu fark ettiğimizde ne yapacağımızı bilemedik. Sadece ABD'dekiler değil bütün dünyadaki arkeologlar bir anlamda sersem bir şekilde etrafta koşturuyorlardı. Arkeoloji enstitüleri birbirleriyle gerçekten işbirliği yapmadılar. Ve pek çoğumuz geçmişte ordu ile işbirliği yapmadık. Dolayısıyla önümüzde bir rehber veya orduyla bir arada çalışıp uzmanlığımızı sunabileceğimiz kurulu bir mekanizma yoktu. O esnada doğru şeyler yapmaya çalıştık. Fakat başlangıçta bizim bu duruma cevabımız hızlı, becerikli, uzmanca ve olmasını istediğimiz gibi değildi.  
Micah Garen, sen de Irak'taydın arkeolojik bölgeleri soymaya aktif bir şekilde katılan ve muhtemelen müzelerin soyulmasına da katılan soyguncularla konuşma fırsatın da oldu.  
Garen: Temmuz 2003 ile Ağustos 2004 arasında toplam olarak sekiz aylık bir süre Irak'ta kaldım ve herkesle görüştüm, konuştum. Yani ordudakilerle, soyguna katılanlarla, Irak polis gücündeki insanlarla ve müzelerdeki insanlarla görüşme imkânı buldum. Soygunun bu inanılmaz resmini elde ettik ve aslında neyin olmakta olduğunu kayıt altına aldık ve şu an bir belgesel için bu kayıtların üzerinde çalışılıyor. Fakat her şeyden önce ABD ordusunun, arkeolojik bölgelerdeki soygunla ilgili Haziran 2003'e kadar giden sorunu bildiğini söylemek istiyorum. Bunu söylememeni nedeni; bana kişisel olarak ABD ordusundaki bir albayın Haziran 2003 tarihinde bir dizi soygun görüntüsü vermesi ve New York Times'ın 23 Mayıs 2003 tarihinde ilk sayfadan bunu haber yapmasıdır. Dolasıyla sorunun yaygın bir şekilde bilindiği ile ilgili hiçbir şüphe yoktu. Soygun sadece bir öncelikler sorunuydu. Ve arkeolojik bölgeleri korumanın birinci öncelik olmadığı yeterince açıktı. Bu öncelik meselesi bir problemdi ve problem olmaya devam etmektedir.  
Biz güney Irak'taki Dhi Qar ve el-Kadisiye bölgesinde dört ay boyunca saha çalışmasındaydık ve orada bulunduğumuz zaman içinde ABD ordusunun arkeolojik bölgeleri korumaları için devriye göndermeye yönelik kesinlikle hiçbir çabası olmadı. Bunu yapanlar sadece İtalyanlardı. İtalyanların bunu yapması da bütünüyle sahadaki kumandandan kaynaklanıyordu. Dolayısıyla gerçekten ilgili ve anlayan bir kumandana sahipseniz, İtalyanlar kültürlerini koruma konusunda uzun bir tarihe sahiptir, bu kumandan haftada üç ve dört devriye gönderir ve soygun durur. İlgilenmeyen bir kumandana sahip olduğunuzda devriyeler durur ve soygun yeniden başlar.  
Dünyadaki en önemli arkeolojik bölgeler olan Umma gibi bölgelerde bir gece çalışmasında yaklaşık 200 soyguncu çektik. Onlar rahat bir şekilde sadece kazıyorlardı. Gerçekten civarda rahatça dolaşıyorlardı ve insanlar soygunculara sigaralar satıyordu. Soyguncuların elektrik jeneratörleri vardı ve bütün gece ışık vardı. Dört koltuklu küçük bir helikopterle arkeolojik bölgeler üzerinde yaptığımız bir tek devriye soyguncuları üç gün bu bölgelerden uzak tuttu. Nasıriye'deki koalisyon hava üssünde düzinelerce helikopter vardı ve dört ay boyunca biz ordaydık ve bahsettiğim bu devriye yapılan tek devriyeydi.  
Tek tek askerlerle konuştuğunuda insanlar gerçekten ilgi duyuyorlar. Fakat bu üst düzeylerde bir politika olmadığı sürece bir anlam ifade etmiyor. Yönetimin üst kademelerinde ve orduda Irak'ın kültürel mirasını korumak için X dolar harcamamız ve düzenli devriyeler çıkarmamız lazım diyen bir emir olmadığı sürece hiçbir şey olmuyor. 
Wegener: Bunun sadece ordunun en üst düzeylerinde olmadığını söylemek zorundayım. Hükümetimizin sivil unsurları da bu önceliğe sahip olmak ve orduya aktarmak zorundadır. Çünkü böylesi bir tercih Savunma Bakanlığı'nın üst düzeylerinden gelmektedir sadece Kara Kuvvetleri Bakanlığı'ndan gelmemektedir. Ama böylesi bir emir üst düzeylerden gelir. Bu gerçekten sürecin önemli olan kısmıdır çünkü böylesi bir yönelimi emir haline getirecek olan budur.  
George: Tam olarak bu meseleyle ilgili olan bir şeyler eklemek istiyorum. Ben sürekli ordaydım ve Irak'taki Amerikan yönetimiyle bağlantı kurmaya başladığımda, Amerikan irtibat yetkilileriyle, onlara arkeolojik bölgeleri koruyabilecekleri en iyi yöntemi önerdim. Her eyalette haritalara sahip, kendi bulunduğu eyaletteki arkeolojik bölgeleri bilen ve orada neyin olup bittiğini bütün detaylarıyla bilen bir raportörümüz var. Onlarla bağlantıya geçmelerini önerdim. ABD büyük elçiliğindeki kültür birimine ülkedeki bütün arkeolojik bölgeleri kapsayacak şekilde ilgili bütün raportörlerin adlarını ve telefon numaralarını liste şeklinde verdim. Ve bazı irtibat yetkililerine bunun izlenebilecek en iyi yol olduğunu ve ordunun sivil işlerle uğraşan birimleriyle, adlarını verdiğim bu insanlarla bağlantıya geçmelerini ve onların kendilerine rehberlik edeceklerini ve bu arkeolojik bölgeleri nasıl koruyacaklarını onlara söyleceklerini anlattım. Fakat Micah'ın söylediği gibi bu bir öncelik değildi. Ben sürekli "evet, bizim güvenlik, su ve elektrik gibi önceliklerimiz var. Arkeolojik bölgelerin korunması şu an önceliklerimiz arasında değil" hükmü ile karşılaştım.
Rose: Donny, soygun zamanında müzelerden gerçekten ne kadar şeyin çalındığı ile ilgili farklı pek çok tahmin var. Bazı tahminlere göre 100,000 tarihi eser kayıp. Eğer bir tahminin varsa bunun miktarı nedir bu konuda ne diyeceksin? 
George: Bu konuda son olarak söyleyebileceğim ilk şey; soygunun ilk günlerinde "müzelerden 170,000 tarihi materyal çalındı" bilgisisinin doğru olmadığıdır. Bu doğru değildir. Dediğim gibi o günlerde elektrik yoktu. Depoları göremedik. Çalınan malzeme sayısını nasıl tahmin edebilirdik? Dolayısıyla biz her zaman "durumu bilmiyoruz. Kontrol etmemiz lazım" diyorduk. Fakat yaptığımız bazı kontrollerden sonra, tabi kontrol işlemi henüz bitmemişti, Irak müzelerinden (Irak Ulusal Müzesi) 15,000'den fazla tarihi eserin çalındığını gördük. Ve Amerikan parlamento üyelerinin çabalarıyla, dünayda ve Irak'ta konuyla ilgili cari hukukun uygulanmasıyla biz bu sayının ancak %50'sini geri alabildik. 4,000 kadarı şu an gerçekten müzelerde ve diğerlerine de Ürdün, Suriye, ABD, İspanya, İtalya ve Hollanda tarafından el konuldu. El konulanlar ile birlikte haberdar olduklarımız çalınan eserlerin %50'si kadardır.  
Rose: Söylediklerini okuyacak birileri müzelerden çalınan önemli materyallerin büyük bir çoğunluğunun geri geldiğini düşünecek. Müzelerden çalınan ve hala bulunmayan önemli fazla eser var mı? 
George: Evet. Bazı büyük başyapıtlar geri geldi fakat mükemmel tarihi parçalar hala kayıp. Özellikle Sör Max Mallowan tarafından bulunan Nemrut'tan kalma Fildişi Levha'nın nerde olduğu bilinmiyor. Bu parça "dişi aslan ve nubian" olarak adlandırdığımız eserdi. Bazı bölümleri altın kaplamalı ve bazı bölümleri değerli taşların gömüldüğü çok güzel antik bir eserdi. Çalındı ve geri gelmedi. Yine, M.Ö 200 ile M.S 200 arasında çok ilginç bir şehir olan Hatra'dan bazıları önemli olan heykel başları vardı. Çalınan ve geri gelmeyen pek çok heykel başına sahiptik. Ve pek çok küçük eser vardı. Bütün bunlar çalınan ve geri gelmeyen eserlerdir.  
Rose: Çalınan eserlere sınırlarda, hadi söyleyelim ABD gümrüğünde, ne zaman el konuldu ve sonra ne oldu? Hemen Irak'a geri iade edildi mi? Süreç nereye gidiyor? 
George: Gerçekten de ben görevdeyken (Irak'ın eski eserler şefi olarak) bu insanlarla sürekli bağlantı halinde idim. Ben her zaman onlara teşekkür ediyordum ve el konulan bu şeylerle ilgili bize belge gönderin ve eserleri orada tutun. Bu eserleri Irak'a veya Irak müzelerine geri getirmek için doğru zaman değildir diyordum. Bu gerçektir, New York'taki depolarda duran Irak'a ait olan pek çok antik eser bulunmaktadır ve Irak müzelerinden çalınan önemli eserlerden biri olan Sümer kralı Entemena'nın heykeli gümrük bölgesinde bulundu. Ona el koydular fakat onu Irak büyükelçiliğine iade ettiler ve şu an bu heykel Washington'daki Irak büyükelçiliğinde duruyor. Bu eserleri Bağdat'a geri götürmek için doğru zaman değildir. Fakat hepsi belgelendi ve Irak müzeleri el konulan bütün eserlerle ilgili her şeyi biliyor.  
Rose: El yapımı antik materyalleri gerçekten kim satıyor? Eserler ülkenin dışına nasıl çıkarılıyor? 
George: Bu işin organize bir suç olduğunu düşünmemin nedenlerinden birisidir bu. Normal Iraklılar gelip müzeleri soymadılar. Evet, soygun yapan bazı normal Iraklılar da var fakat soygunun ilk haftalarında çalınan eserler Avrupa'da ve ABD'de görülmeye başlandı. Bu yüzde yüz organize bir suçtur. Müzelerin galerilerinde bulduğumuz diğer deliller, içeri girenlerin içeri girmek ve eserleri almak için iyi hazırlandıklarını ve çaldıkları eserleri ülke dışına çıkarmak için bağlantılara sahip olduklarını gösteriyor. Şimdi ben çalınan bu tarihi eserlerin, müzelerin birinde son duraklarını vereceğinden korkmuyorum çünkü dünyadaki hiçbir müze bunu yapmayacaktır. Fakat benim korkum, bu eserlerin, onları gelişi güzel saklayacak özel koleksiyoncuların eline geçeceği ve bu koleksiyoncuların onları sadece 20 yıl için saklayacakları korkusudur. Onlar için bu bir para yatırımıdır.  
Rose: Micah, insanlarla yani caddelerdeki ortalama Iraklılarla konuştuğunuzda bu kıymetli tarihi antikalar ve arkeolojik birimlerin kaybedilmesi konuşmaların konusu oluyor mu? 
Garen: Caddelerdeki insanlara soracaktık çünkü mesele açıkçası ezoterik bir mesele olduğu için onlar bunula ilgilenmeyebilirlerdi. Fakat tam olarak, yılda bin dolar para kazanan, mutlak bir perişanlık içinde yaşayan insanlarla konuştuk ve nerdeyse hepsi evrensel bir üslupla "bu berbat bir şey. Bu bizim mirasımız" dediler. Sorun; onların büyük problemlerle yüz yüze olmalarıdır. Açıkçası sorunla ilgili neler hissettiklerini söylemeden daha fazla bir şey yapamıyorlar.  
Yağma ile ilgili büyük meydan okumalardan birinin Körfez Savaşı'nın ardından -bu arkeolojik birimleri yağmalanmasıydı müzelerin değil- 1991 veya 1993 tarihlerinde olduğunu düşünüyorum fakat ambargolarla birlikte güney fakirleşirken yağma için fırsatlar ortaya çıkmaya başladı. Aynı şekilde Saddam güneyde kontrolü kaybetti dolayısıyla bölge organize suç olasılığı için hazır hale geldi. Böylelikle yağma 90'larda gerçekten artmaya başladı ve farklı zamanlarda devam etti. Donny George bile bununla mücadele etmek için malzeme kurtarma çabalarına katıldı. Bu o sıralar bu çaba güvenlik durumuna bağlı olarak yükseldi ve düştü. Ve Elizabeth Stone ilginç bir şekilde son 10 yılda yapılan yağma tarzları ile ilgili bir çalışma yaptı ve son zamanlarda bu çalışmayı yayınladı. Bu çalışma en büyük soygunların savaşın hemen öncesinde yani savaşa doğru götüren yıllarda yaşandığını gösteriyor. Yani bütün dikkatler savaşa yoğunlaştığından güneyde güvenlik durumu çok zayıfladı ve yağma çok yoğun ve ağır bir hal aldı.  
Rose: Micah, arkeolojik birimlerde soygun hakkında konuştuğunda nerdeyse soyguncuların sanki senin anlattıklarını not ettikleri ve sonra soyguna devam ettikleri gibi bir görüntü çıkıyor. 
Garen: Bu, fazlasıyla tehlikelidir. Ve biz gerçekten sadece, Nasiriye'den antika tetkik memurlarından biri İtalyanlarla devriyeye çıkacakları zaman muhafızlarla gidiyorduk. Çok fazla tehlikeliydi. Biz ne yaptık, gerçekten aylar süren bir periyotta bunu filme çekebilecek becerilere sahip olan Iraklı kameramanlar eğittik. Ve onlar gece sadece küçük ışıkları görebileceğiniz bir mil uzaklıkta durarak başladılar çekime ve cesaretlenerek gittikçe daha da yaklaştılar. Fakat bunu kendi başımıza yapmamız çok tehlikeliydi. Bu yolla görüntüleri ve bilgileri elde ettik.  
Rose: Cori, sana göre oradayken çalınan tarihi el yapımı malzemelerin satışlarının direnişçileri veya el-Kaide'yi desteklemede kullanıldığı ile ilgili fazla tartışma oldu mu? 
Wegener: O zamanlar o kadar fazla değildi bu tür tartışmalar. Mart 2004'teki ayrılmamdan sonrasına kadar fazla olmadığını düşünüyorum, ayrıldıktan sonra bununla ilgili haberleri fark etmeye başladım ve sözünü ettiğiniz şey bir olasılıktı. Dediğim gibi oradaki görevimden dolayı müzeler üzerine fazlasıyla yoğunlaşmıştım. 
Garen: Ben bunun soygun ve direniş bağlarıyla ilgili önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum, New York Times'ta bununla ilgili bir şeyler yazıldığını biliyorum fakat bizler olası bağları gerçekten ortaya çıkaranlardık. Bunu asla yayınlamadık. Biz New York Times için çalışıyorduk. Onunla ilgili asla bir hikâye yazmadık çünkü herhangi bir delil yoktu. Ben bunun biraz saptırma amaçlı olduğunu düşünüyordum. Arkeolojik bölgelerin tümünde Mehdi Ordusu'nu destekleyen sloganların ve benzeri sözlerin yazıldığını görürsünüz fakat hiçbir zaman doğrudan bir bağlantı değildi.  
Başka bir deyişle soygun; savaş öncesinde ve sonrasında oldu ve gerçekten fakirlik ve para ile ilgiliydi. O dönemde birilerinin politik ajandası her ne idiyse, insanlar "evet, biz çıkıyoruz, soygun yapıyoruz ve para elde edip Koalisyon güçleri ile savaşıyoruz" diyorlardı gibi bir şey yoktu. Bununla ilgili söylentiler vardı fakat bunun asla bir delili yoktu ve ben bunun politik bir suçlama olduğunu düşünüyorum çünkü soygunun direnişle ilgili olduğunu söylediğinizde, bu söz çok güçlü etkilere sahip oluyor. Fakat soygun terörizmle ilgili bir şey değildir. Parayla ilgilidir. Bir suç faaliyetidir. Tıpkı uyuşturucu ticareti gibi bir şeydir. 
Rose: Bunun önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum. İnsanlar genellikle soyguncuları; Lara Croft veya "Ulusal Hazine"deki Nicholas Cage gibi romantik karakterler olarak düşünüyorlar. Bu insanlar; silah, uyuşturucu, kadın, çocuk ve tarihi eserleri sadece bir şey için satıyorlar: para. Ve Matthew Bogdanos bana, Afganistan'da mağaralarla kaplı bir bölgede devriyedelerken uyuşturucu, silah ve tarihi eserleri bir arada bulduklarını birkaç kez söylemişti. Bütün bunlar soyguncuların estetik aşklarından değil sadece para kazanmak için yaptıkları şeylerdir.  
Rose: Soyguncularla yüz yüze konuşma esnasında onlardan herhangi biri hareketlerini haklılaştırmaya çalıştı mı? 
Garen: Güvenli bir şeyler ayarlamaya çalışmak aylarımızı aldı fakat sonunda soyguna katılmış olan birileriyle konuşmayı başardık ve bu adam bütünüyle bizim düşündüğümüz şeye karşıydı. Biz onun çok korkmuş bir suçlu olduğunu düşünüyorduk ama bu adam çocukları olan çok iyi eğitimli biriydi. Bu bizim için bütünüyle bir şoktu. Adam "paramız yok" diyerek yaptığını meşrulaştırıyordu. Ve aynı zamanda ben, soygun hakkında konuşan Nasıriye ve Fedra caddelerindeki pek çok insana işaret ettim. Soygun ile ilgili bir şey sorduğunda kimse meşrulaştırıyor mu? İnanılmaz derecede fakirleştirilen bu insanlar "Kesinlikle meşru değil. Ben fakirim ve soygun için herhangi bir haklılık yoktur" diyorlar. Herkes bazı noktalarda ahlaki kararlar verir fakat aileleriyle birlikte acınacak bir fakirlik içinde yaşayan insanların üzerindeki baskıdan dolayı—ve bu insanlar, korunmayan ender ve kıymetli arkeolojik bölgelerden sadece birkaç mil uzaklıktalar—onlar için tarihi eserlere sahip olma isteği çok güçlü bir hareket geçiricidir.  
Rose: Donny, ülkede bulunan arkeolojik bölgelerin şiddetli bir şekilde tahrip edildiklerini biliyorum. Diğerlerinden çok daha fazla tahrip edilmiş iki veya üç bölgeden bahsedebilir misin? 
George: Evet, Micah'ın bahsettiği ve modern adı Jokha olan Umma arkeolojik bölgesi. Bu bölge, Akadlar zamanından ve M.Ö üçüncü binyılın sonlarından kalma çok önemli bir bölgedir. Bu arkeolojik bölge 8 km karedir ve havadan çekilen fotoğraflarından görüldüğü gibi bütünüyle kazılmıştır. Düşünün 8 km'lik bir bölge bütünüyle kazılmış. Bu şehirdeki her höyük binlerce kazma ile kazılmış ve buradan Avrupa ve ABD'deki pazarlara taşan çivi yazılarının bulunduğu binlerce kil tablet çıkarıldı. Bu arkeolojik bölge insanlık, arkeoloji bilimi ve bilim için çok önemli bir bölgedir fakat sözünü ettiğim binlerce kazma tarafından bütünüyle yok edildi. Ona yakın olan ve benim kendimin çalışma yaptığı Um el-Aqarip bölgesi var. Yine bu sitede çok feci bir şekilde talan edilmiş durumdadır. Bu bölge 5 km karedir. Ve Alman keşif heyetinin bir dönemler çalışma yaptığı Isin bölgesi var. Fransız keşif heyetinin çalıştığı Larsa bölgesi soyuldu fakat çok fazla tahrip edilmedi… Herkesin sözünü ettiği güneydeki Sümerlerden kalma arkeolojik bölgeler her zaman hedef durumundalar. Bir burada konuşuyorken bile birileri bu bölgelerden bir şeyler talan ediyordur.  
Rose: Donny, eğer müzelerin şu anki halini tasvir etsen savaşın başlamasından beş yıl sonra nasıl bir görüntü var? 
George: Yıkımın izleri silindi. ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan ve Packard Foundation'dan gelen para sayesinde bütün imkânlara sahip olduk, çalışanlarımızı yine bir araya getirebildik. Çalışanlarımız geri geldi fakat bir sorun vardı; güvenlik sorunundan dolayı çalışanlarımızın %50'si iş yerlerine gelemiyor. Riske giremiyorlar. Bu 2006 yılında ordayken başlattığım bir şeydi ve bunu devam ettiriyorlar. Bu söyleyeceğim şeylerden biridir. Diğer şey; müzelerdir aslında müzeler kapalıdır. Medyada müzeler açıldı deniyor, bu doğru değil. Sadece çalışmaya devam etmek için Mayıs 2006'da kapattığım birkaç galeri açıktı. Bu galerileri, İtalyanların Asurlular Galerisi'ndeki aydınlatma sistemlerini ve en büyük İslami galerilerinden birindeki bazı materyalleri yenileme çalışmalarına devam etmeleri için açtık. Hepsi bu. Depoları açmadık. Müzler halka açık değil. Belki bazı VİP konuklar arka kapıdan bu galerilere girebiliyor. Başka bir şey yok. Bölge hala itinalı olunması gereken bir bölgedir. Müze, Hayfa caddesinin arkasındadır. Ben ordayken bazen müzenin bahçesine Katyuşa roketleri düşerdi. Bu müze için çok kritik bir durumdur. Bütünüyle açılmaya hazır hiç değil.  
Rose: Eğer müzelerin açılabilecekleri zamanla ilgili bir tahminde bulunsan bu ne zaman olur? Bununla ilgili bir tahminde bulunacak mısın? 
George: Bu konudaki görüşüm; müzelerin, bütün ülkede her şey güvenli olduktan sonra kamuya açılması gereken son binalar olması gerektiği şeklindedir. Çünkü ülke çok hassas bir güvenlik durumundan geçmektedir. Bu yüzden ben müzenin şimdi açılabilecek yer olmadığına inanıyorum. Müze çok yumuşak bir hedeftir. Müzelere ziyaretçiler, çocuklar, aileler ve farklı türden insanlar geliyor. Bu yüzden yumuşak bir hedeftir ve bu durumda asla açılamaz. Bütün ülkede her şey yüzde yüz güvenli olana kadar müzeleri tekrar açmaya karar vermenin akıllıca bir şey olacağına inanmıyorum.  
Rose: Cori, bu gün askerlerle hatta Bush yönetimindeki insanlarla konuştuğunuzda Irak'ın kültürel mirasına yönelik nasıl bir tavır görüyorsunuz? Savaşın başlangıcından bu yana bir değişim dikkatinizi çekti mi? 
Wegener: Evet kesinlikle. Özellikle kamusal sorunlardan sorumlu olan birliklerle—kültürel miras da bu sorunlardan biri—konuştuğunuzda, onların kültürle ilgili konuları öğrenmeye çok meraklı olduğunu görüyorsunuz. Onlar orada hala korunmaya ihtiyaç duyan önemli varlıklarla ilgili bilgileri öğrenmeye fazlasıyla ilgililer. Onların pek çoğu, arkeolojik birimlerde yapılan yağmanın ve bunun getirdiği sorunların farkında değil. İnsanların nasıl olduklarını, Iraklıların nasıl olduklarını, bu bölgelerde kültürel mirastan kimlerin sorumlu olduklarını ve sorumluluk bölgelerindeki kültürel varlıkların ne olduğunu bilmeye çok meraklılar. Bu, kültürel mirasın öneminin anlaşılmasında herkes için iyi bir dersti. Yağmayı ortaya çıkaran sorunu gördüğünüzde Irak müzesinin soyulması ve genel çığlık kesinlikle bir uyanış çağrısıydı.  
Rose: Fort Bragg üssünde arkeolojik bir brifing verdiğimde, çok ilgili bir insan topluluğu gördüm. Çok ilgililerdi ve Pennsylvania Üniversitesi'ndeki herhangi bir öğrencimin sorabileceği sorulardan çok daha güzel sorular sordular. Bu insanlar başlangıçta beni şaşkına uğratan bir tarzda kültürel mirasla ilgili bilgiye açlar.  
Rose: Donny, hâlihazırdaki Irak hükümetinin arkeolojik birimleri, kültürel mirası ve Irak müzesini korumaya yönelik tavrı nedir? 
George: Tarihi eserlerin Irak hükümetinden çok fazla ilgi görmediğini üzülerek ifade etmek zorundayım. Bunu gösteren olaylardan biri, benim başlattığım devriye polisi için ayrılan bütçeyi kestiler. Bu polis gücü eski eserlere bakıyordu ve arkeolojik bölgeleri gözetliyordu. Arabalar için gerekli olan bütçeyi kestiler. Bu polis gücüne ekstra araç sağlamadılar. Arkeolojik bölgeleri muhafaza etmeleri için gerekli olan silahları vermediler. Bu bir trajedidir. Yapacakları çok fazla bir şey değildi. Sadece yakıt alabilecekleri ve arkeolojik bölgeleri muhafaza edebilecekleri kadar bütçe artırımı yapabilirlerdi. Pratik olarak bizim polis, yakıta sahip olduğunda ve gözetleme yaptığında çok güzel iş çıkarıyor. Arkeolojik bölgelerin yağmalanmasını önlüyor. Fakat bu önleme bütçeden dolayı artık olmuyor. Hükümet arkeolojik bölgeleri koruyacak böylesi bir polis gücünü desteklemek için tarihi eserlerden sorumlu devlet birimine yeterli bir bütçe sağlamıyor.  
Rose: Geçen yıl zarfında yağmalamaların bunun sonucu olarak katlanarak arttığını mı söylüyorsunuz? 
George: Evet, şimdi yağmacılar çok şey biliyor… Hatta devriye polisinin yakıt için yeterli bütçeye sahip olmadıklarını da biliyor. Devriye polisi bir yere gelirse yağmacılar, polisin arkeolojik birimlerini kontrole gitmek için herhangi bir araca sahip olmadığı başka bir bölgeye gideceklerdir. Onları durdurabildiğiniz yerde durmuyorlar. Yaygın düşünce; bütün ülkede soygunu durduracak kadar devriye polisinin ve aracın olmadı şeklindedir. Farklı yerler arasındaki bağlantı gerçekten yeterli değildir.  
Garen: Yönetimdeki pek çok insanla konuştum ve ben sürekli soygun sorunu ile ilgili olarak konuşmaya çalışıyorum. Eğer yönetimde bu soruna yönelik ilginin ne olduğunu sorarsanız; hiç diyebileceğim düzeydedir, tıpkı beş yıl önceki gibidir. İlgi yok. Bu benim için çıkmaz bir sokaktır. Pek çok kimse bir şeyler yapmaktansa daha yüksek sesle konuşuyor. Ben Irak'tayken müzeleri ve arkeolojik bölgeleri korumak için ayrılan bütçenin hepsi 2 milyon dolardı. Ve bu bütçenin bir milyonu Packard Humanity's Fund'dan ve bir milyonu da ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan bağış olarak gelmişti. Bu güne geldiğimizde Irak için ayrılan aylık bütçe 16 milyar dolar fakat savaşın başlamasından beş yıl sonra arkeolojik bölgeleri korumak için hala bütçe yok.  
Rose: Cori, yetkililerle yaptığın görüşmelerde Micah'ın hissettiklerini hissettin mi? 
Wegener: Bazı hususlarda ve belirli insanlarla yaptığım görüşmelerde bunu hissettim. Hepimizin bunun farkında olduğunu düşünüyorum çünkü böylesi sorunlara dikkat eden bu toplumun içindeyiz fakat daha geniş bir düzeyde yani ABD hükümetinde bu bir sorun türü olarak değerlendirilmiyor. Farkındalığı yükselttiğinizde, ben ordumuzun eğitilmesinin yanı sıra müze v.b yerlerde halk kitlelerine konuşmak için gidiyorum, soygunun fotoğraflarını gösterdiğimde, soyguncuları antik eserleri çıkardıkları ayın kraterlerine benzeyen devasa alanları gösterdiğimde insanlar sarsılıyorlar, şaşırıyorlar ve biz konuşurken bu soygunun devam etmesini anlayamıyorlar. Ve ben bu cümleleri sürekli kullanıyorum. Biz şu an oturup konuşuyorken soygun Irak'ın kayıtlı olan ve bildiğimiz 100,000'in üzerindeki arkeolojik bölgesinde devam ediyor. Ben bu mesele ile ilgili farkındalık artmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.  
Rose: Savaşın ardından yeni birkaç programın geliştirildiğini eklemeliyiz. Biri Amerikan Arkeoloji Enstitüsü diğeri de Cori'nin başkanlığını yaptığı ABD Mavi Kalkan Komitesi tarafından geliştirildi. Bunlara ek olarak birkaç program daha yürütülüyor. Bizler şu an ABD'deki askeri üslere gidip Irak ve Afganistan'da konuşlandırılacak olan askerlere gidecekleri bölgelerin arkeolojik ve kültürel mirasları ve onları koruma ile ilgili brifingler veriyoruz. Yapmaya çalıştığımız şey orduda daha büyük bir kültürel farkındalık duygusu geliştirmektir. Bunu bir dizi üste yapıyoruz: Fort Bliss, Fort Bragg, Fort Drum ve liste uzayıp gidiyor. Yaptığımız bu faaliyet uzun zamandan beridir yapabildiğimiz ölçüde yapmaya çalıştığımız şeydir. Fakat dediğim gibi başlangıçta, şu an düzelmesini umduğumuz, arkeologlar, kültürel mirasla ilgili olan yetkililer ile ordu arasında işbirliği şekli yoktu.  
Sonuç olarak ben şu an arkeologların ve ordunun daha önce sahip olmadıkları iyi bir ortak çalışma zeminine sahip olduklarını kesinlikle söyleyebilirim. Ve dünyada Irak kültürü ile ilgili daha büyük bir farkındalık kesinlikle var. Fakat tabi ki dediğiniz gibi, soygun giderek artan hızlı adımlarla devam ediyor ve bizlerin önünde, bu bölgenin tarihinin yağmalanmasını herhangi bir şekilde durdurmadan önce gidilmesi gereken dikkate değer uzunlukta bir yol var. Ben hepinize bu sohbete katıldığınız için teşekkür ediyorum.
Röportajı Çeviren: Ali Karakuş


AVRUPA

İtalya, eroin tüketiminde Avrupa'da ikinci
İtalya İçişleri Bakanlığı'nın uyuşturucu hakkında hazırladığı rapora göre Avrupa'da en fazla uyuşturucu İngiltere'de tüketiliyor, arkasından İtalya.
Çarşamba, 26 Mart 2008 17:28

Dünya Bülteni / Haber Merkezi

İtalya, Avrupa'da eroin tüketilmesinde ikinci ülke oldu. Kokain kullanımında Avrupa'da birinci olan İngiltere, dünyada en fazla uyuşturucu kullanılan ülkelerin arasında sayılıyor.

İtalya içişleri bakanlığı tarafından hazırlanan rapora göre, İtalya'da 2007 yılı içinde 31 bin kilogramdan fazla uyuşturucu hap ele geçirildi. Ele geçirilen eroin miktarı ise önceki senelere göre yüzde 43 arttı.

Ele geçirilen Ecstasy ve methamphetamines gibi sentetik uyuşturucu haplar geçen seneye göre yüzde 193 arttı.

İtalya içişleri bakanlığı uyuşturucu ile mücadele departmanı tarafından uyuşturucu kaçakçılığı ve tüketimi konusunda detaylı bir rapor hazırlandı.

Rapora göre, İtalya'da en fazla uyuşturucu ülkenin kuzeyindeki Milan'da ele geçirildi. Yakalanan miktar 4 bin 376 kilogram. Başkent Roma'da ise bin 736 kilogram uyuşturucu ele geçirildi.

İçişleri bakanlığının raporunda, "ABD ile birlikte Avrupa; her türlü uyuşturucu çeşidi için dünyanın önde gelen küresel pazarlarından biri. İtalya kokain pazarında İngiltere'den sonra ikinci." denildi.

Uyuşturucunun büyük bir kısmının Afganistan'dan temin edildiği ileri sürüldü. Küresel pazarlara toplam haşhaşın yüzde 93'ün Afganistan tarafından sağlandığı belirtildi.

 

 
 
Kıyamet Tarikatı dışarı çıkmaya ikna edildi
Rusya'da yaklaşık 5 aydır bir mağarada kıyameti bekleyen tarikat üyeleri dışarı çıkmaya ikna edildi.
Çarşamba, 26 Mart 2008 16:33
Rusya'nın Penzensk bölgesinde 5 aydır bir mağara içinde olan 'Kıyamet Tarikatı' üyelerinin dışarı çıkmaya ikna oldukları açıklandı.

Toplam 35 kişilik tarikat üyeleri, Mayıs 2008'de kıyamet kopacağını iddia ederek kendilerini mağaraya kapatmıştı.

Penzensk bölgesi güvenlik güçleri ve dini liderlerinin mağarada olan tarikat üyeleri ile yaptıkları görüşmelerin sonuç verdiği bildirildi. Rusya'nın eksi 20 derece soğuğunda bile dışarı çıkmayan 35 kişilik grubun yakında yeryüzüne çıkacakları belirtildi. 

Bölge Savcılığı tarafından yapılan açıklamada mağaradakilerin 27 Nisan Ortodoks Bayramı veya Hıristiyanların Mayıs şenliklerinde dışarı çıkacaklarını duyurdu.
Kıyamet tarikatı üyelerinin dışarıya çıkmaya ikna olmalarında bölgedeki bir papazın kendileriyle yaptığı konuşmanın etkili olduğu ifade edildi.

Kıyamet Tarikatı üyeleri Kasım 2007'den beri mağarada bulunuyor. Grup içerisinde 4 çocuk da bulunuyor. Grup ile sürekli temasta bulunulduğu ve her türlü yardımın yapıldığı bildirildi.

Kaynak: Ajanslar
Tayland'da imam işkenceyle öldürüldü
Tayland'da hükümet güçlerinin bir imamı işkenceyle öldürmesi ülkede ve dünyada tartışmalara neden oldu.
Çarşamba, 26 Mart 2008 13:24
 
Dünya Bülteni / Haber Merkezi
Tayland hükümetinin ülkedeki Müslüman azınlığa uyguladığı şiddetin son örneği dünya gündemine taşındı.

Tayland'da merkezi hükümet güçlerinin Müslüman azınlığa karşı işkence uygulaması ve faili mechül cinayetlerden sorumlu olması dünya gündemine taşınmaya başladı.

Yıllardır süren hukuk dışı baskı ve işkence uygulamaları bazı insan hakları örgütleri tarafından yakın takibe alımdı. En son bir imamın işkenceyle öldürülmesi ülkede yeni bir tartışma başlattı.

ÜLKE İÇİN ÖNEMLİ BİR SINAV

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Çarşamba günü, Tayland'ın güneyindeki Patani bölgesinde bir imamın güvenlik güçleri tarafından işkence edilerek öldürülmesi, bölgedeki şiddetin nedenlerinden biri olarak görülen ülkenin adalet sistemi için "önemli bir sınav" pozisyonundadır, dedi.

New York merkezli insan hakları grubu, Yapa Koseng'in bu ayki ölümü, operasyonlar sırasında Tayland Ordusu'nun tutukladığı Müslümanlara kötü davranması gibi daha büyük bir problemi ortaya çıkardı, dedi.

İNSAN HAKLARI ÖRGÜTLERİ DEVREDE

İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Asya direktörü Brad Adams, "kötü davranışlarından dolayı askerlerin kovuşturulmaları, gerçekten durumun sakinleşmesine ve Müslüman topluluğunda güveni yeniden inşa etmeye yardımcı olabilir" dedi.

Adams, Müslüman direnişçilerin, Tayland güvenlik güçlerinin ihlallerine karşı misilleme yapmak durumunda kaldıklarını belirterek Tayland ordusunun da sivilleri öldürdüğünü belirtti.

56 YAŞINDAKİ İMAM

56 yaşındaki Müslüman bir dini lider olan Yapa, 19 Mart'ta tutuklanmıştı ve son dört yılda tırmanan ayrılıkçı bir mücadelede yaklaşık 3,000 insanın öldüğü Tayland'ın güneyinin bir bölümünü oluşturan Narathiwat'taki bir ordu kampına götürüldü.

İki gün sonra Yapa'nın bedeni yaralanmış olarak, yanık izleri ve kırık kaburga kemikleriyle birlikte akrabalarına geri verildi.

ORDU KOMUTANI SÖZ VERDİ

Tayland Ordu komutanı General Anupong Phaochinda, Yapa'nın ölümünü araştıracak bir komitenin kurulacağını ve suçlu bulunanların cezalandırılacağı sözünü verdi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, son zamanlarda Tayland Ordusu'nun tesislerindeki hapislerden çıkan ve işkenceden şikâyetçi olan Tayland'ın güney eyaletlerindeki pek çok Müslüman'ın yanı sıra tutukluları salıverilmeleri esnasında ve sonrasında gören avukatlar ve bağımsız tıbbi uzmanlarla görüştü.

İŞKENCE ŞEKİLLERİ

İnsan Hakları grubu bir açıklamasında işkencenin ve diğer kötü davranmaların yaygın şekillerinin; kulak delme, yumruklama, tekmeleme, odun veya metal sopalarla vurma, çıplak bırakma, soğuğa maruz bırakma, elektrik şoku, naylon poşetlere kapatma olduğunu söyledi.

BÖLGEDEKİ OLAĞANÜSTÜ HAL UYGULAMASI

En güneydeki Narathiwat, Pattani ve Yala eyaletlerinde uygulanan olağanüstü hal hukukuna göre yetkililer şüphelendikleri herhangi bir Müslümanı resmi bir suçlama olmadan 37 gün alıkoyabiliyorlar ve ilk 72 saat tutukluları kimseyle görüştürmeyebiliyorlar.

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Tayland hükümetine ve Ordusuna; bütün tutukluların güvenliklerini sağlamaları, tutukluluk ve alıkonulma esnasında yaralananlara tıbbi bakım sağlamaları, avukat ve aile üyelerinin tutukluluları zamanında görmelerine için izin vermeleri, işkence ve kötü muamele ile ilgili iddialar için kapsamlı bir soruşturma yapmaları konusunda tekrar tekrar çağrıda bulundu.
OLAYLARIN ALEVLENMESİ

Bölgede Tayland işgaline karşı bağımsızlık mücadelesi yıllardır sürüyor fakat ocak 2004'te Müslümanlarla ordu arasında çıkan çatışmaların alevlenmesi, bayram namazından çıkan cemaatten 70 kadarının askerlerce öldürülmesi durumu daha da kötüleştirdi.

100 YIL ÖNCE BAĞIMSIZ BİR ÜLKEYDİ

Malezya'ya sınır olan üç eyalet, Bangkok'un hâkimiyetine girmeden yaklaşık 100 yıl önce bağımsız Müslüman Patani Sultanlığını oluşturuyorlardı. Bu eyaletlerin yaklaşık 4 milyon olan nüfusunun yüzde 80'i Müslüman'dır.
.

 

 
  bugün 13 ziyaretçi (17 klik) oldu.  
 
Zeytinburnu Okyanus Hanımlar İlim ,Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol